6.8.12

SESSİZ ORKESTRA


              İnsanoğlu ateşi anlamadı, ateşe taptı, nehir taşkınlarını anlamadı suya taptı, güneşin batıp doğuşunu anlamadı güneşe taptı. İnsanoğlu bütün bunları atlattı fakat bir şeyi yenemedi: duyguları. Duygularından korktu, kendinden korktu. Bu korkuyu sevemedi. Bu korkuyu yenemedi.
 Duygularımızı bastırmak hiç öğretilmemiş olsaydı, kim bilir, bu kadar erken yaşlanmazdık belki de. Başka insanların huzuru, kendi hırslarımızın esiri yaptık duygularımızı. Ezip çiğnedik kimi zaman, kimi zamansa baş üstünde tutmak için orda burada aradık durduk. Kim bilir bazen bir daha dönmemek üzere arkamızı dönüp gittik belki de. . . Acısını çekeceğimizi bile bile gittik hem de.
              Duygularımızı yaşamamıza izin vermediler çünkü. “Yalnızlığı yaşa!” dediler. “Güvensizliği yaşa!” dediler. “Özlemi yaşa!” dediler. “Nefrete yaklaşma, öfkenden uzak dur fakat aşkın yakınından da geçme.” dediler. Karşımıza çıkarsa kaçmayı, kaçamazsak bastırmayı öğrettiler. Kimse savaşmayı öğretmedi. Susmayı öğrettiler. İçimizdeki fırtınaları dindirmeyi değil de susturmayı öğrettiler. Neyi, neden hissettiğimize değil her şeye rağmen nasıl davrandığımıza baktılar. Acılar çekip sustuysak güçlü, savaştıysak çirkef, sesimizi yükselttiysek terbiyesiz olduk. Güneşin ne de olsa bir daha doğacağına olan inancımız korkularımızı bastırdı. Suçlusuysa içimizdeki yaşama tutkusu. Onun kaynağı ise ölüm korkusu. Hep korkular yönlendirdi tarihimizi. Oysa biz güneşe inancımızı yitirdiğimiz an öldük.
              Şimdi yüreğimde devasa bir orkestra dünyayı haykırıyor sessizce. . . Suçlusu benim. Seslerini kaybettim. Kaybolmalarına izin verdim. . .